06 Kasım 2010

Servis dışı...

Vakitsizlik de değil tek sorun, içimden gelmiyor...


O kadar çılgınca bir boğuşma ki derman bırakmıyor; kimi zaman can sıkıyor, kimi zaman daha da fenası...

Bir kişi bile varsa arada bir uğrayan, özür diliyorum ondan. Çünkü bu aralar hiç mecalim yok. Hele mesleki konular iyice uzak bana.

Bilmenin verdiği acıyı bilir misiniz? İşte öyle bir şey... ve biraz daha fazlası.

Görüşürüz.

22 Mayıs 2010

50 TL indirimden zarar gelmez.

Kesinlikle, ve hatta "prensip olarak" kendi işlerimizin reklamını kişisel sosyal medya kanallarımda yapmadım, yapmayacağım. Blog, twitter, facebook vb. Bu ise biraz farklı...


Kampanya dönemi bitti, istatistiki başarımıza bir katkısı yok. Size faydası var. Çunku sure 31 Mayıs'a kadar uzatıldı:

Ola ki ketıldır, tost makinesidir, her ne ise, kuçuk ev aleti alma niyetiniz varsa buraya gelin, 50 TL'ye varan indirim çekini alın, gidin bayide kullanın.

Hayattayım...

Hele ki mesleki konularda aktif bir blogger olabilmek için sadece iki seçeneğiniz var; ya çok boş vaktiniz olacak ve iş kapmak için blogu maşa olarak kullanacaksınız ya da 'çooook' işiniz olsa bile 'blogging'i işin bir parçası olarak göreceksiniz. Bana ikinci seçenek uyuyor ama henuz beceremiyorum.


Orta vadede başaracağıma eminim; umidinizi kesmeyin :)

19 Şubat 2010

Eti Gofreti

Şu sayfadaki Eti Gofreti reklamları tadında cesur deliliklere bayılıyorum. (Hızlı tüketilen zamanımızda, yakın zaman nostaljisi) :))

17 Şubat 2010

Program dizisi: Sosyal Medya ve Siz

BBC Türkçe'den Faik Uyanık'ın hazırladığı Sosyal Medya ve Siz adlı program, "reklam ve pazarlama" safhasına geçmeden önce oyun alanını tanımak için önemli bir içerik sunmuş.


Buradan ilgili sayfaya gidebilir, online dinleyebilir ya da podcast indirebilirsiniz.

188 80

Reklamda neden olduğu belirsiz, saçma bir gülümser ifadeyle "Seksen. Yüz on sekiz seksen." diyen Birsen'in de, telefonu tuşlayan adamın da suratını tokat içinde bırakmak istiyorum.

16 Şubat 2010

Kısa kısa...

» Milliyet internet sitesinde neredeyse bir aydır sabit bir banner duruyor; uyduruk bir TV shop ürünü gibimsisi... Ya bu korkunç maliyetleri kaldırabilecek kadar çok kazanıyorlar ya da bizzat Doğan'ın kendi ürünü...

» Pınar Süt reklamı: "Anneler ve Çocuklar" Duygulu, güzel bir iş gibi görünüyor özünde ama ihmal edilen bir durum var: Reklam sonrası damakta kalan "arka tat" tamamen "hüzün"den ibaret. Nereden bakarsan bak, pozitif, canlı bir duygu bırakmıyor. Milletin zaten içi kara, sen de karartırsan o reklamdan kimseye hayır gelmez.

» Yeni İletişim Devi: Kampanyanın şemsiye fikri başarılı, WoM etkisi olan bir web ayağı da var. Ha, çok daha fazla köpürmeye müsait miydi? Evet.

» Sosyal Medya Belası: Cümle içinde bol bol "sosyal medyada pazarlama", "twit", "blog", "feed", "seed", "peer" ve benzeri kelimeler kullanarak para kazananlar var. Markanın işine gerçekte ne yarıyor, ne yaramıyor; ya bilen yok ya da herkes yalandan para kazandığı müddetçe sesini çıkarmıyor. "Ölüyü çok kurcalarsan ya osusur ya sıçar" diye nefis bir atasözümüz var. Sosyal medyada marka "sinsi" olmak zorunda. Meraklanan varsa buyursun, anlatalım. Sektörde markalara anlatılanların yüzde doksanbeşi çöpten ibaret. (Sinirliyim biraz)

» Yalan demişken; reklam genel şemsiyesinde sektörün hayatı yalan. Satın alma kararını etkilemek, tüketici nezdinde marka hakkında pozitif duygular örmek, tüm bunları sahih biçimde ölçebilmek... Peh! Körler ile sağırlar, birbirini ağırlar...

» Bir istisna parantezi: Garanti Bankası, o kadar doğru bir yol izliyor ki. Bonus da dahil olmak üzere ürünlerinin çoğu için olabilecek en doğru stratejilerle ilerliyorlar. Kreatif demiyorum, strateji diyorum.

» Şimdilik bu kadar...

11 Şubat 2010

13 Ekim 2009

Doğru strateji mi çarpıcı yaratıcılık mı?

Hem doğru strateji hem de vurucu, etkileyici, parlak bir yaratıcı fikir her zaman aynı anda kullanılamayabilir. Bunun bir kaç sebebi vardır: Ya bir yönden zayıfsınızdır ya da brief buna müsaade etmiyordur.


Son aylarda tekrar yazamaz oldum ama buraya aktarmadan geçemeyeceğim şeylere rastladım yakın zamanda. "Ne de güzel fikir!" dedirtmeyen ama son derece doğru stratejilerle kotarılmış bir kaç iş var ortada çünkü...

1) Doğadan:
Poşet çay sevmeyenlere... Doğadan Poşet Çay

Uzun süre Lipton'la çalıştığım için sektörü çok iyi bilirim; çeşitli nedenlerle bu sektördeki markaların en önemli hedeflerinden biri pazarı poşet çaya doğru büyütmektir. Ben, Türkiye'de hiç bir zaman poşet çay / demleme çay tüketim rasyosunun 1 olamayacağına inananlardanım. Yine de bir şekilde hedef, bu rasyoyu poşet çay lehine artırmaktır.

Bunun önündeki en büyük engel ise insanların poşet çayın "uyduruk" olduğunu, çayın "adam gibi demlenmesi" gerektiğini düşünmeleridir.

Burada hangi düşüncenin doğru olduğu konumuz dışında kalıyor; işin sadece iletişim kısmıyla ilgileniyorum.

Doğadan, "demleme çay tadında" poşet çay hamlesi yaparak, hem "poşet çay hakikaten de demleme çayın yanına yaklaşamaz" diyerek tüketiciyi doğrulamış, hem de "madem öyle alın bir de bunu deneyin" demiştir.

Rakip markalar poşet çay pazarını genişletirken "poşet çayı kesinlikle reddedenler" grubu ile elleşmezken, Doğadan'ınki oldukça cesur bir hamle gibi görünüyor. Fakat bundan sonra neler olacak, onu da konuşalım.

Bu dönemde ürün kesinlikle çok satacak. Pazar dengesinde dönemsel kıpırdanmalar olacak. Rakipler ise acele etmeyecek ve "mee too" hamlesi yapmadan önce biraz pazarı dinleyecek.

Eğer Doğadan'ın ürün vaadi, ürünün kendisine yansımamışsa, olay zaten büyümeden kapanır. Yok, eğer üründe gerçekten bir performans farkı varsa, o zaman tüm markalar bu rüzgara kendilerini kaptıracaklarıdır. Teknik açıklamalara girmeyeyim ama demleme çaya o buruk tadı veren, çay ile sıcak suyun uzun süren birlikteliğidir. 2-3 dk. içinde aynı tadı veren bir poşet çay üretildiyse, o çayda "demli çay" aroması kullanılmıştır. Başka seçenek yok. Tutarsa herkes aynısını yapacak, o ayrı...

Hiç bir yaratıcı öğe barındırmayan, hedef kitleye uygun profillerdeki karakterlere "blind test" yaptırarak Doğadan'ın gerçekten de demli çay gibi olduğu mesajını veren vasat bir reklam kampanyası izlediğinizi sanmayın. Strateji doğru. Umarım ürün de doğrudur.

2) Nescafe Classic:

Gold ve Classic varyantların "kağıt üstündeki" hedef kitlelerine ulaşması "classic" tarafında sorunluydu her zaman. Daha düşük SES segmentleri için "classic" vardı aslında ama sadece fiyatlandırma ile konumlayamazsınız ürünü pazarda; zaten parasal kaygısı olan da pazardaki diğer "ucuz" rakipleri tüketiyordu. Önce algıyı konumlamalısınız.

Avrupa Yakası sayesinde ekranların en popüler laz yüzü haline gelen oyuncuyu kullandıkları yeni Nescafe Classic reklam kampanyası, stratejisiyle tam 12'den vuruyor. Hatta kahvehanelere girerek işi abartıyor. Üstelik "ürün performansının artırıldığı" vaadi de var mesaj içinde, kimsenin dikkat etmediği ve maksimum aroma performansı için gereken "suyun 90 derece" olması detayı da...

Sonucu zaman gösterecek...

Bir kaç iş daha var, onları da sonrakı yazıya bırakalım.





19 Temmuz 2009

Sarelle...

Kısa post:


O kadar uğraş didin, bence Sarelle ve Tadelle relansmanları patlaktır. Yazık olmuştur. Fakat nedense eminim ki ajans seçimi yanlıştır. Bildiğimden değil ama bundan on kat daha iyisini sunan kesin olmuştur...

Budur...

Editimsi: Yahu insan Becel ve rakiplerinin kalp de kalp diye bağırdığı o dönemde o kalpler nedir? Silik, sarsık ve en önemlisi Tadelle mirasını bugüne bağlamıyor... Amaan, susayım ben, valla...