20 Aralık 2007

İnteraktif Kariyer...

(Marketing Türkiye'de alıntılanan röportajımın tam metnidir.)

Gelecek için bu konudaki öngörüleriniz neler?
Bu sorunun yanıtı aslında diğer soruları doğrudan ilgilendiriyor; çünkü gelecekteki manzara (tüm reklam, pazarlama iletişimi ve interaktif ajanslar evreninde) bence şöyle:

Bir yanda reklamcılık ve pazarlama iletişimi uzmanlığı çerçevesinde müşterilerine tam hizmet veren ve yurtdışı merkezli global ağlara bağlı ajans grupları (süper lig), bir yanda kendi uzmanlık alanlarında başarılı olan ve kendi aralarında kalıcı ya da dönemsel sinerjiler yaratmayı başarabilmiş ‘top’ ajanslar (süper lig), bir diğer yanda da düşük bütçelere sahip küçük ve orta ölçekli müşterilere hizmet verecek 1. Lig ajansları. Unutmadan, daha sonrasında 2. Lig yok, doğrudan 3. Lig seviyesine iniyoruz; onların ise İstanbul’da bile müşterileri yok.

İnteraktif ajans kurmak ya da interaktif ajansta çalışmak isteyenler ne gibi olumlu ve olumsuz durumlarla karşılaşıyorlar?
Vizyonunuz ve hedefleriniz belli değilse, kendinizi doğru konumlandıracak stratejileri belirlemediyseniz, ne kadar donanımlı olursanız olun her kariyer hamlesinde zorlanırsınız.


“Haydi biz de ajans kuralım” diyerek biraraya gelmiş üç-beş yetenekli genç için (yakın geleceği görme yeteneğine ve yaratıcılıktan öte donanımlara sahip kişiler dışında) önümüzdeki 10 yılda yukarıda bahsettiğim Süper Lig bence hayal... Tabi bu, kendi yolunda yürümek isteyenler için geçerli bir yorum...

İnteraktif ajanslarda çalışmak söz konusu olunca, aslında, alanında uzman kişilere aç bir sektörden bahsettiğimizin altını çizmemiz gerekir öncelikle... Eğer bir interaktif ajans içindeki özellikle nadir insan yetişen bir pozisyon için uygunsanız, iş bulmakla uğraşmaktan ziyade ajans seçme lüksüne bile sahip olabilirsiniz. Klasik ajanslardaki pozisyonlarla interaktif ajanslardaki pozisyonların kesişim kümesi için durum daha farklı... Sanırım en büyük sıkıntı da bu kesişim kümesinde...

Kreatif ajansta çalışanlarla interaktif ajansta çalışanlar arasında ne gibi niteliksel farklar olmalı?
Teknoloji ile ilgili tüm pozisyonlar ve interaktif iletişim tasarımı uzmanlığı interaktif sektöre özgün uzmanlıklar. Bu pozisyonlara dair nitelikler zaten bu sorunun yanıtına dahil edilmemeli. Müşteri, strateji & pazarlama gibiekiplerde çalışmak isteyenler için ise şu cümle kurulabilir: Diğer yaratıcı ajanslardaki meslektaşlarınızın bildiklerini bilmeli, üstüne bir de müşterinize “online marketing” danışmanlığı yapabilecek donanımda olmalısınız. Üstelik onlardan daha az kazanacaksınız. Bu can sıkıcı cümleyi, ilgili soru sonrasında açacağım.

Kreatif ajansla interaktif ajans arasında ne gibi yapısal farklılıklar var?
İş süreçlerindeki bazı farklılıklar dışında aslında büyük yapısal farklar yok; hatta olmamalı da...

Çalışanlar açısından kreatif ajansta çalışmayla interaktif ajansta çalışma arasında ne gibi farklar var? (Maaş, ortam vs… )
İlk soruda bahsettiğim Süper Lig’de yer almasına kesin gözüyle bakabileceğiniz (interaktif ya da değil) tüm ajanslardaki ortam birbirine yakındır, ya da zamanla birbirine iyice yaklaşacaktır.


Ücretlerle ilgili ise bugün ve yarını arı ayrı ele almak lazım:

Az önce sözünü ettiğim iki tip ajanstaki pozisyonların kesişim kümesi dışında kalan interaktif ajans pozisyonlarında görev yapan elemanların şu an hak ettikleri ve onları tatmin edecek maaşlara sahip olduğu kanaatindeyim. Bu tespitimde sadece özel ve nadir kaynak bulunan uzmanlıklara dair maaşların yeterli düzeyde olmadığı tartışılabilir. Kesişim kümesi içinde ise interaktif ajanstakilerin daha az kazandıkları bir gerçek. Bu tablo da, ilk sorunuza verdiğim yanıtta resmettiğim yakın gelecekle birlikte değişecektir.

İnteraktif ajanslarda nitelikli eleman sıkıntısı yaşanıyor mu? En çok hangi konuda eleman sıkıntısı yaşanıyor? Kreatif mi teknik mi?
Teknik tarafta sorun daha az ama bu tespit sadece var olan teknolojileri kullanan - uygulayan üretim ekibi için geçerli. AR-GE yapacak, sektörde ilkleri deneyecek, gerçekleştirecek, en yeni teknolojilere herkesten önce hakim olan kişiler tabi ki zor bulunanlar arasında... Action Scripting olarak bilinen uzmanlığa sahip kişiler de sektörde kolay bulunmuyor. Tasarım tarafında da online iletişim tasarımı vizyonunun yanında başarılı ve özgün çizgilere sahip insanlar bulmak da hiç kolay değil.

Genelde interaktif ajanslarda çalışanlar nerelerden mezun kişiler?
Pozisyonlara göre çok farklı eğitimlere sahip arkadaşlarla birlikte çalışıyoruz. Tasarım tarafında iletişim tasarımı, güzel sanatlar; müşteri tarafında sosyal bilimler, teknoloji tarafında mühendislik ve diğer fen dalları, strateji & pazarlama tarafında ise iletişim ve pazarlama eğitimleri ön plana çıkıyor.


25 Kasım 2007

Vendetta

Orijinal CD arşivimde (eskiden olan ve sonra hepsini kaybettiğim) vardı... Lise yıllarında ve hatta sonrasında severek dinlerdik. Geçenlerde bir yerlerde buldum, ID taglerini falan misler gibi düzenledim, içimden geldi rapidshare ortamına yükledim.

Hani olur ya, bilen seven 30+ thrashsever birileri varsa buradan buyursunlar:


Vendetta
Go and live... Stay and die (1987 - tüm albüm)


Vendetta
Brain Damage (1988 - tüm albüm)

21 Kasım 2007

Ya varsınız, ya yoksunuz...

(Mediathink dergisi için hazırladığım yazının kırpılmamış orijinal versiyonudur)

Internet, pazarlamayı baştan yarattı. Çok değil, pazarlamaya dair 15 yıl önce bildiğimiz çoğu şey bugün doğru değil... Tüm bunların suçlusu(!) ise Internet...

Geçmişten bugüne, hangi kilometretaşları aşıldı, neler yaşandı da bu noktaya gelindi; tüm bunları hep birlikte hatırlamaya çalışmaktan ziyade günümüze ve geleceğe bakarak yorum yapmayı yeğliyorum.

Yine de biraz kıyas yapmakta fayda var: Bundan 10 sene önce web sitesi, tamamen IT işiydi. Neticede işin içinde bilgisayar ve “acayip yazılımlar” vardı. Server, domain, ISP, browser ve saire; yeterince karmaşıktı ve bunu halletse halletse IT departmanları hallerdi. Zaten ne gerek vardı; web sitesi dedikleri, “online kartvizit”ten öte bir şey değildi...

İşte hem dünya hem de Türkiye o günlerden bu günlere geldi... İnternet konusundaki yönetimsel çalışmaların, sırf işin içinde ‘bilgisayar teknolojileri’ olduğu için bilgi işlem departmanlarına devredildiği günler ne mutlu ki artık geride kaldı. Günümüzde markalar, web tabanlı projeleri, ‘entegre pazarlama iletişimi’ çalışmalarının önemli bir parçası olarak görmeyi öğreniyor gibiler…
İnternetin aslında bir ‘pazarlama iletişimi aracı’ olduğunun en sonunda ‘öğrenilmesi’ sayesinde, bu yaklaşım yerini artık doğru yapılanmalara bırakmaya başladı.

Markaların, kendilerine uygun ve doğru bir yapı oluşturabilmeleri için öncelikle İnternet merkezli çalışmalarında nasıl bir strateji uygulanacakları konusunda net kararlar vermeleri gerekiyor. Günümüzde İnternetin sunduğu olanaklarla yapılabilecekler neredeyse sınırsız olduğu için, bu vizyon doğrultusunda çizilecek yön de çok önemli… Bir örnek vermek gerekirse, İnternet yoluyla online olarak ürün ve hizmet satacak bir şirket ile algı yönetimi çerçevesinde markasına değer katacak şık ve bilgi yoğun bir web sitesini tercih eden bir şirketin İnternet yönetimi için kurguladığı organizasyon yapısı, insan kaynağı miktarı ve niteliği hiç kuşkusuz ki aynı olmayacaktır. Bunun da ötesinde, pazarlama iletişiminde İnternet mecrasına verilecek ağırlığın miktarı da bu yönetimi etkileyecek unsurlar arasında bulunuyor.

Nasıl bir organizasyon?
Aslında, İnternetin yanlış bir yapı ve insan kaynağı ile yönetilmesi sorunu, tek başına İnternet kaynaklı bir sorun olarak karşımıza çıkmıyor. Zira, etkili İnternet yönetimi için gereken doğru organizasyon yapısı, diğer iletişim çalışmalarının yönetimini de doğrudan etkiliyor.

Öncelikle, ‘pazarlama iletişimi’ faaliyetlerinin başlı başına bir uzmanlık alanı olduğu gerçeğini kabul ederek yola başlamak gerekiyor. İşte buradan hareketle, şirketlerin iç ve dış müşterileriyle temas kurduğu / çift taraflı etkileşim içine girdiği tüm mecraların ve bu mecralara bağlı çalışmaların tek bir merkezden yönetilmesi gereği ortaya çıkıyor. İşte bu merkez, tamamen ‘pazarlama iletişimi’ odaklı çalışmaları yönetecek bir yapı olarak şekilleniyor.

Yukarıda ‘iç ve dış müşterilere temas edilen her nokta’ diye tabir ettiğimiz ve ‘pazarlama iletişimi’ çerçevesi içine giren alanlara kısaca bir göz gezdirelim:

TV ve radyo reklamları, basılı mecralar için ilan çalışmaları, sponsorluklar, PR çalışmaları, tüm basılı ve görsel –diğer- materyaller, kurum kimliği çalışmaları, bayi dekorasyonu, fuar ve benzeri etkinlikler, POP materyalleri ve tabii ki İnternet!

Pazarlama bakış açısıyla, tek elden İnternet yönetimi
Şimdi de asıl konumuza, yani İnternete odaklanalım… Buraya kadar, hep İnternetin önemli bir pazarlama iletişimi aracı olduğunun altını çizdik. İşte bu nedenle, kurumsal anlamda İnternet yönetiminin, kurumsal pazarlama iletişiminde kullanılan diğer araçlarla birlikte yönetilmesi gerekiyor. Tabii ki, bu konuda yetkin bir insan kaynağı ile…

Şirketlerin büyüklüklerine göre ideal yapı değişiklik gösterebilmekle birlikte, sonuç olarak karşımıza şöyle bir yapı çıkıyor: Şirketin tüm birimleriyle dirsek temasıyla çalışacak merkezi bir pazarlama iletişimi departmanı ve bu departman içinde belli konulardan sorumu birimler... İnternet ve İnternet merkezli interaktif pazarlama çalışmalarının ise, mutlak surette, bu birimlerden birinin tek sorumluluğu olarak tanımlanması gerekiyor.

Günümüzde, bu oluşumun gereğini özümseyen ve benzer organizasyon biçimlerini uygulayan şirketler, interaktif pazarlamadan sorumlu birimlerini e-trade, e-ticaret, e-commerce, e-marketing, e-pazarlama gibi isimlerle adlandırıyorlar. Aslında, şirketlerde yukarıda ifade ettiğimiz bu yapının oluşması bir ‘seçenek’ değil, bir ‘zorunluluk’ gibi görünüyor. Özellikle de İnternet özelinde yapılabilecek çalışmaların kapsamı dikkate alındığında…

Internet mecrasını yönetenler...
Böyle bir yapıda, İnternet ve interaktif mecralardan sorumlu birimin bazı sorumluklarına kısaca bir göz gezdirelim:


» Tüm İnternet odaklı çalışmaları yaratıp uygulayacak ajans(lar) ile ilişkilerin yürütülmesi
» Şirket / markanın web sitesinin iş ve iletişim hedeflerinin belirlenmesi ve bu doğrultuda bir web sitesi hayata geçirilmesi
» Web sitesi yayınının denetimi, yönetimi ve beslenmesi
» Site güncellemeleri ve siteyi besleyecek bilgilerin derlenmesi konusunda kurum içi bilgi akışının sağlanması ve koordinasyonu
» Süregelen iletişim çalışmalarının interaktif mecra için uyarlanması ya da buna paralel yeni konseptler tasarlanması ve uygulanması
» Çeşitli interaktif uygulamalarla birebir pazarlama için hedef kitle verisi toplanması ve CRM veritabanı oluşturulması / yönetimi
» Online medya planlaması
» Sektörün ve rakiplerin İnternet mecrasındaki faaliyetlerinin takibi ve analizi
» Orta ve uzun vadeli İnternet stratejilerinin belirlenmesi
» Performans değerlendirme ve raporlama
» Veritabanı analizi ve hedefe yönelik interaktif birebir pazarlama projelerinin tasarlanması ve uygulanması

Bu departman içinde görevlendirilecek insan kaynağının önemi de unutulmamalı… Bu kaynakların,

» İletişim ve pazarlama alanında donanımı olmalı
» İnternet ve ‘internet kanalıyla kurumsal pazarlama iletişimi’ hakkında bilgi birikimi olmalı
» Bilişim konusundaki değil, iletişim veya pazarlama alanındaki uzmanlıkları öncelikli önemi taşımakla birlikte aynı zamanda internet ve bilgi teknolojileri konusunda da donanımlı kişiler bu pozisyon için daha uygundur.

Online mecra ve yol haritası...
Türkiye, internet kullanıcısı sayısı açısından dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerinden biri. 2005 kesin rakamları 16 milyon civarlarındaydı, bugün 20 milyonun üzerinde olduğunu biliyoruz... Penetrasyon ise henüz çeyrek düzeylerinde, bunda da iş yerlerindeki bağlantıların çok çok büyük etkisi var. Bu da iki önemli sonuç doğuruyor: Meşhur “ortadirek” segmentinde ve kırsal hanelerde penetrasyon ülke ortalamasının çok altında, ama iş yerlerindeki erişim yoğunluğu dolayısıyla markaların “ağzını sulandıracak” profilde insanlar online durumda!

Geçtiğimiz aylarda yaptığımız ve interaktif kampanyalara katılmış tüm tekil kişilerin profilini ortaya koyduğumuz araştırmamızda bizim için mutluluk verici, reklamverenler için ise ağız sulandırıcı bir sonuçla karşılaşmıştık. 350 bin kişinin üzerinde bir grup üzerinde yapılan araştırmaya göre bu kitlenin %52’si gibi bir çoğunluğu 25 -35 yaş grubunda yer alıyor. Bu grubunun tam %55'i üniversite mezunu. Kadın oranı ise, inanılmaz biçimde, %52... (Sanılan tam tersidir)


Yukarıda profilini ortaya koymaya çalıştığım bu kitleye erişerek onların satın alma kararlarını etkilemeyi istemeyecek bir marka yoktur diye düşünüyor ve başka bir parametreyi daha kısaca irdelemek istiyorum şimdi de: Etki

Küçük ve keyifli bir test yardımıyla şu ‘etki’ ne derecede güçlüdür kabaca bir bakalım… Yanıtlarken samimi olun ve lütfen meslek erbabı olarak değil, son kullanıcı gibi davranın!

1) Bir markaya ait aşağıdakilerden hangisini bakıp inceleyerek daha çok vakit geçirirsiniz?
a. TV reklamını
b. Gazete / dergi ilanını
c. Açıkhava reklamlarını
d. İnternet sitesini

2) Bir marka / firmanın bir ürün ya da hizmeti hakkında bilgilenmek için ne yaparsınız?
a. Telefon ederim
b. Mektup yollarım
c. İnternet sitesini ziyaret ederim

İlk soruyu d, ikincisini ise c olarak yanıtladıysanız bu yazıyı okumaya devam edebilirsiniz…

İnterneti doğru konumlandırmak
Etki üzerinde dururken diğer mecralara karşı kılıç kuşanıyor gibi bir izlenim uyandırmışsam emin olun ki niyetim kesinlikle bu değil; ama geleceğim nokta şudur:

“İnternet, entegre pazarlama iletişimi için kullanılması mecburi olan eşit değerdeki mecralardan sadece biridir”

Anlayan çoktan anladı ama işimizi garantiye alıp biraz daha açalım: İletişim stratejileriniz çerçevesinde mesajlarınızı doğru ve etkin biçimde hedef kitlenize iletmek istiyorsanız, gazete, dergi, outdoor, TV, İnternet ve diğer mecraları, kendi doğalarına uygun yöntemlerle ve dengeli bir ağırlıkta kullanmanız gerekir. Bu denge de markaya, ürüne/hizmete göre farklılaşır. Buradaki diğer bir anahtar cümle de şu: “Doğalarına uygun yöntemlerle”

Gazete ve dergiler için hazırladıkları ilanların aynısını yeniden boyutlandırarak portallarla banner olarak veren marka yöneticileri lütfen beni affetsinler; çünkü buna ‘interneti kullanmak’ demek mümkün görünmüyor! İnternetin en etkin biçimde nasıl kullanılabileceği konusu, zaten bizim gibi ajanslardan yardım alınması gereken 10 puanlık uzman sorusudur, ancak ipucu vermeden de edemiyorum: İnternetin sihirli değneğini kullanın: “İnteraktivite”

Zurnanın “zırt”ladığı yer: Bütçeler
Bakınız, uzun uzun araştırmalar ve verilerle can sıkmak istemem ama ülkemizde hâlâ reklam ve pazarlama harcamalarının yüzde 1-2’si gibi bütçelerle online faaliyetlerini yürütmeye çalışıyor markalar. ABD tarafına kafamızı çevirdiğimizde çift haneler görüyoruz.

Hâlâ “deneyelim”, “test edelim”, “durun daha yavaş yavaş”, “mecradan emin değilim”, “ATL mecralardan şaşmam” gibi tereddütleri sürdürenler için yarın çok geç olacak.

Yine ABD merkezli bir araştırmayla sabittir ki, bütçeyi artırmadan sadece online tarafa ayrılan bütçenin oranını artırmak, marka bilinirliğini artırma konusunda öncekine oranla çok daha fazla etki yaratıyor.

Herkes emin olabilir, Türkiye’de internete pazarlama odaklı bakış açısı, bir çok ülkeden daha iyi durumda. Yapılan işlerin kalite düzeyi de dünya kalitesinde; hatta bazı markalarımız için yaptıklarımız, global anlamda best case olarak gösteriliyor. Ama kesin olan bir şey var: Hem daha iyi ve kaliteli online projeler yaratmak, hem de ülkemizde internete çağ atlatmak için markalara büyük görev düşüyor. Lütfen göz ardı etmeyin, kendinize doğru partnerleri seçin ve online operasyonlara akıllı planlamalarla, kabul edilebilir düzeyde bütçeler ayırın...

İşte yol haritası
Online mecrayı diğer mecralarınızla senkronize tutma, vermeniz gereken tüm bilgileri verme, Google’da doğru arama kelimeleriyle kolayca bulunabilme, ziyaretçilerin sizle rahatça iletişim kurabilmelerini sağlama gibi olmazsa olmaz ilk adımları attıktan sonra markalar, online varlığını kullanarak “kendilerini seven, sadık tüketiciler ve marka elçileri yaratma hedefine doğru yürümelidirler. Bu hedefe giden yol uzun ama keyiflidir:

- Hedef kitleyi kendine çek
- Deneyim yaşat
- Karşılıksız faydalar sun
- Onlara her an ulaşabilme yeteneği kazan
- Eğlendir
- Ödüllendir
- Diyalog içinde ol
- Seni şekillendirmelerine izin ver
- Bire bir, fayda sunan, akıllı online pazarlama yöntemleri uygula
- Sadakat sağla, sev, sevil...
- Online mecrada seni koruyup kollayacak, şövalyeliğini yapacak yüzbinlerce savaşçıya sahip ol!

Unutmayın!
Online platformlar, 24 saat açık nöbetçi pazarlama iletişimi pencerenizdir. Orda ne varsa, o sizsiniz. Orada ya varsınız, ya yoksunuz...

Yapın:
- Online stratejileri geliştirir ve bütçeleri tasarlarken online mecrayı da kendi içinde üçe ayırın. Çünkü bunlar gerçekten farklıdır:
Online communication Online marketing Online advertising
- Online mecrada albeniniz olsun. Göze güzel görünün
- Ama sitenize pazarlama aracı gözüyle bakın; sanat eseri ya da teknoloji harikası olarak değil
- Kafa karıştırmayın
- Tasarım ve içeriğinizle algıyı istediğiniz noktalara odaklayın
- Arandığınızda kolayca bulunun
- Ziyaretçilerin sitede kaybolmalarına izin vermeyin
- Dinleyin, anlayın, mutlaka geri dönün
- Ziyaretçilerin online platformlarınıza katkıda bulunmalarına izin verin, hatta teşvik edin
- Onlara iyi vakit geçirtin, eğlendirin
- Ödüllendirin
- Kendilerini değerli hissetmelerini sağlayın

Yapmayın:
- Ziyaretçilere “kişisel bilgilerini isteyen bir canavar” gibi görünmeyin
- Eğlendirme iyi niyetiyle onları aptal yerine koymayın
- Sitenizde her şeyi aynı anda söylemeye ya da her konuya aynı anda yer vermeye yeltenmeyin
- Diğer mecralarla senkronize olmayı, reklâm filminizi siteye upload etmek ya da gazete ilanını JPEG formatında site açılışına pop-up olarak koymak olarak algılamayın
- “İletişim kurayım” heyecanıyla haftada 2-3 kez e-posta yollamaya kalkmayın. Inbox’lara tecavüz etmeyin
- İnsanları ensesinden tutup zorla içeri sokmaktansa, öyle nefis bir çiçek olun ki etrafınıza tam da sizin işinize yarayacak türden arılar doluşsun...

20 Kasım 2007

İngiltere'de dil okulu...

Bir iletişim penceresinden baktım, bir de başka pencereden... Başka pencereden bakınca zaten "yemişim iletişimini" demekten başka çare kalmıyor.

Efendim konumuz Vodafone'un reklam filmlerinen biri:

Gencimiz yolda bir afiş görür. Afişte "İngiltere'de Dil Okulu" yazmaktadır. Hemen babasını arar. Kampanya varmış, son günmüş, para ister. Patron baba veremez. Halbuki babasının şirketinde çalışanlar Vodafone hatlarını kullansa, mağdur patron baba bu sayede gerçekleşecek tasarruf ile oğlunu kursa yazdırabilirdi...

İletişim penceresinden bakış: Bu manzara sadece bu reklama özgü değil. Globalden dayatılmış bir "merkezisabit" kıyafetle tüketicisin karşısına çıkan ve yerelleştirilmemiş bir lisan ve üslupla konuşan markaların Türk halkına sempatik görünmelerine imkân ve ihtimal yok. Reklamlara da bu soğukluk öyle yansıyor ki... Vodafone bunlardan biri. Aklıma gelen bir diğer örnek de (müşterim olmasına rağmen) Lipton'dur. Ayrıca bu konu gayet derin konudur. Burada nokta.

Diğer pencereden bakış: İş hayatımızdaki tüm fedakârlıkları, patronlarımızın ve ailelerinin yaşam kalitesini yükseltmek için yapıyoruz.

İşte bu pencereden bakınca "yemişim iletişimi" diyesim gelmişti. Bilmem siz ne dersiniz?

14 Kasım 2007

Batsın bu dünya (world)













Koç'u tebrik ediyorum...

Gecikmiş bu tebrik(!) için özür diliyor, caanım Yapı Kredi'den sonra son yılların en sempatik markalarından biri olmayı başarmış Worldcard'ın kurumsal kimliğini de paçavraya çeviren zihniyeti, marka yöneticilerinden ajans kreatiflerine kadar herkesi, şevkatle öpüyorum.

Allah rahmet eylesin...

04 Kasım 2007

Oeh!

Hiç bu kadar uzun süre geçmemişti... Bu kadar zamandır yazmamamın nedeni "Blogger rüzgârının yerine yeni rüzgârlar gelmesi" falan değil, düpedüz "keyifsizlik"...

Halbuki tam da buraya yazılacak o kadar şey geçiyor ki her gün aklımdan. Ama içimden gelmiyor. Zaten hep bu "içimden gelmemeler" yüzünden hayattan müşteki değil miyim sürekli?

Dur

Söylen

Sinirlen

Atalet...

Dur

Söylen

...


"Aman be bari blogu da kapatayım gitsin" gibi bir düşünce de geçmiyor aklımdan hiç. Artık blog, kendimi iyi hissettiğim zamanları bekleyecek.

Sevgiler...

27 Temmuz 2007

Branding / Markalama faciası

Aklım almıyor:

Ülker Golf Hobby Taraftar

Yapmayın gözünüzü seveyim, yapmayın...

Çak bir 'gecikmiş' Vole!

Efes Pilsen'in günler önce tam sayfa gazete ilanını gördüm. Ana metninde şöyle diyor:

"Bir bira istediğinizde masanıza gelen ve aklınızdan geçen neyse, Türkiye'nin birası odur!"

Bakın bira pazarı hakkındaki şu yazımda ne demişim:

"Müşteri "5 bira verir misin?" dediğinde sorgusuz sualsiz Efes veriliyor. (Demek ki piyasanın 'default' birası budur)"

Bira hakkındaki yazımı okursanız bu dediklerim daha manalı gelecektir; Tuborg tarafındaki Vole atağı için de bir çift kelam etmeden geçemeyeceğim:

Ürün piyasaya çıktığında daha şişesini bile elime almadan, tadına bile bakmadan, sadece iletişim biçimini gözleyerek ürünün hedef kitlesi hakkında şöyle bir yorum yapmıştım: "Fanatik gazetesini berberde okuyup haftasonları maça giden muhabbetçi tipler"

Oluşan bu algının nedenleri pek de açıklanabilir değil benim için ama öyle düşündüm nedense...

Aradan aylar geçti ve Vole kendisinin bile beklemediği iyi bir çizgi yakaladı. Sonra anladım: Alt-orta segment tüketici, Efes 'tombul kahverengi'nin karşısına koyabileceği bir şey bulmuştu: Vole

Bunu "Türkiye'nin birası" tombul kahverengi'nin karşısına tek ve güçlü bir amiral gemi Tuborg koyarak yapsalardı geçmişte, ortada yok Pilsener yok Gold olmasaydı falan diyeceğiz ama geçmiştir, mazidir.

Efes'e, marka/pazarlama yöneticilerine ve ajanslarına sevgiler...

BirabanoR'un gaz hali...

Kaynama sona erdi, buharlaşıyorum.

Tatilden döneli de epey oldu; eskiden heyecanımı nasıl da yansıtırmışım blogumda bakıyorum da...

Şimdi ona bile mecalim olmadı.

Sıcak...

Bıktım... Terlemekten.

Yeter...

(Uzun zamandır yazmamama bahane midir? Evet.)

18 Haziran 2007

Hayko N'ettin?

Blogla ilgisiz insert: Son bir kaç gündür sürekli dinliyorum. Takıntı oldu. "Şurası şöyle olsa daha iyi olurdu sanki" tarzı ukalalıklar yapıyorum ama bence gayet nefis olmuş:
Hayko Cepkin
- Tanışma Bitti

Albümü dinledikçe daha çok hoşuma gidiyor.

13 Haziran 2007

Meta Tag'e bak sen!

İsminin burada zikredilmesi uygun olmayacak, sektörden bir arkadaşımız, geçtiğimiz aylarda yine isminin burada zikredilmesi uygun olmayacak bir ajans kurmuştu. Efendim bu ajans, şu sıralar bannerlarına da rastlanabilecek bir advergame / kampanya yapmış, ismi burada zikredilmesi uygun olmayacak bir marka için.

Ben doğrudan bannera tıklayarak siteye gittim; imza görmeyince kaynak koda baktım da öğrendim kimin yaptığını. Fakat efendim bana ters gelen şu oldu: Koskoca "ismi burada zikredilmesi uygun olmayacak marka"nın ürününün sitesinin meta tag'ine, "ismi burada zikredilmesi uygun olmayacak yukarıda bahsi geçen ajans kurmuş arkadaş", adını soyadını yazmış diğer anahtar kelimelerle birlikte...

Belki de onun yaptığı doğru; bilemiyorum. Ama bu zihniyet, hiç bir zaman "kurumsal bir ajans" haline gelememeye neden olabilir diye düşünüyorum. Ha, ben marka olsaydım bu durumdan hiç hoşlanmazdım, o da ayrı konu...

Bu arada, tabi ki sen de tadabilirsin Ayşeciğim.

Olanlar bitenler...

Yine uzun zamandır ilgi gösteremedim, iki kelam edemedim canım blogumda... Zamansızlıktan dem vursam kendimle çelişeceğim, çünkü kısa süre önce şöyle bir düşünce beyan etmiş bir insan evladıyım, tercihler ve öncelikler hususunda...

Son uğrayışımdan bu yana olanlara kısa bir göz atalım:

- Güle Oynaya Online Marketing etkinliğinin ikincisini 29 Mayıs günü Çırağan Sarayı'nda gayet de nefis bir biçimde gerçekleştirdik. 200 civarında katılım oldu, görüş ve yorumlar da sevindirici...

- Lipton'un (sıcak çay) Harikalar Diyarı advergame kampanyasından sonra bu sefer de Ice Tea için hazırladığımız eğlenceli br başka advergame yayına girdi: Red Dive! Katılmak için buradan buyrun. Nefis armağanlar var.

- Becel, Bosch, İş Bankası gibi yeni projelere dair çalışmalar yüzünden mutfaktan duman çıkıyor. Sadece bunlar olsa yine iyi...

- Ben yine meşgul, yine baş kaşıyamaz bir adam durumundayım. Televizyona bile bakamaz oldum, zaten TVC yorumlarımın azalmasından da bellidir zannımca.

- Tatil tarihi de yeri de her bir şeyi de belli ve hazırdır nihayet! 7 Temmuz'dan itibaren iki hafta boyunca su aygırı gibi denizden çıkmama niyetindeyim. (Elem tere fiş kem gözlere şiş!)

- Kronikleşen bel ağrımın lumbagomsu bir rahatsızlık olduğu teşhis ve tespit edildi. Tilcotil, Muscoflex ve B vitamini desteğiyle artık kımıldayabiliyorum. Amma velakin B vitamini lanet bir şey. Kokusu yetmezmiş gibi bir de sanki bana çok lazımmış gibi iştah açıyor (afedersiniz) şerefsiz.

- Doktorun dediğine göre iki küçük azı dişim "ex" olmuş. Önümüzdeki salı günü kökten girip kanırtacak Gökhan Beyciğim. (Diş operasyonlarından nefret ediyorum)

Sanırım bu kadar...

13 Mayıs 2007

Sende tüccar kafası var (?)

Panda reklamı... Sapta "hede" bul, "hede"yi bedava al kampanyası.

Çocuklar Panda'yı (hayvan olan) kaçırıp yetkiliye "kampanya isterüz" diye şantaj yapıyorlar. Blöfleri sayın yetkili tarafından yenilince de keyifle kuruluyorlar; Panda (hayvan) da şantajcıyı şöyle övüyor: "Sende tüccar kafası var"

Neresinden tutsam elimde kalır. Talihsizlik diyelim...

30 Nisan 2007

Bir adam vardı...

30'lu yaşlardaki herkesin hatırlayabileceği bir adam vardı, ya siz hatırlar mısınız?

Esnaftı, memurdu, işçiydi, öğrenciydi. Yeşilçam'daki Münir Özkul'du.


Yaşamında iki büyük kavram vardı: Aile ve onur.


Fabrikasının sahibi milyardere gıpta etmez, aybaşı aldığı maaşla kıt kanaat geçinirken, sıcak yuvasında mutlu olurdu. Katıksız, saf mutluluk.


Onun idealleri vardı.


Milleti yönetenler de kendi gibi olsun yeterdi: Dürüst, adil, çalışkan, Cumhuriyet devrimi ruhunun mirasçısı, evlatlarının geleceğini düşünen, aydınlık, apaydınlık...


O, 'taraf'tı. İdealleri ile örtüşen her kişi ve kurumun tarafındaydı. Cahil olabilirdi belki ama bilinçli ve sorumluydu.


Bir gün, öldü. Cenazesinde herkes hakkını helal etti.


-/-


Aradan 25 yıl geçti. Yeni biriyle tanıştık.


Esnaftı, memurdu, işçiydi, öğrenciydi. Hollywood'taki Van Damme'dı.


Yaşamında iki büyük kavram vardı: Güç ve para.


Televizyonda gördüğü süslü yaşamlara gıpta eder, yaptığı işi küçümser, işine ve kazandığı maaşa lanet ederken hiç bir şekilde mutlu olamazdı. Katıksız, saf bir hasislik.


Onun umutları vardı.


Milleti yönetenler kim olursa olsun önemli değildi; yeter ki köşeyi dönsündü. Hırsız, rüşvetçi, yeşil, siyah fark etmezdi. Ona dokunmayan yılan bin yaşasındı.


O 'taraf'tı. Rakip takım taraftarlarını evire çevire döverdi. Kendi sevdiklerini sevmeyenleri tenhada kıstırası gelirdi. Cahildi ama uyanıktı.


Bir gün öldü. Cenazesinde herkes hakkını helal etti, timsah gözyaşlarıyla.


-/-


Cumhuriyeti seviyorum.


Her toplumun, lâyık olduğu biçimde ve kişilerce yönetilmesine imkân verdiği için cumhuriyeti seviyorum.


25 yıl boyunca, köşeyi dönme telaşına kapılıp yaşadıktan sonra, şimdi meydanlara toplanıp da Kuvayımilliye bayraktarı kesilenler, gerçekte neye lâyık olduklarını düşündüler mi hiç?


Hangisi ideallerinin peşinden koştu?


Hangisi, para ve gücün parıltısına kapılmadan ideallerini savundu?


Kapitalizme, emperyalizme karşı savaşanlar bugün sermayenin hasını yönetiyorlar.


Bugüne kadar neredeydiniz?


Ekranlardan akan suni yaşamlara özendirilirken gençlerimiz, siz neredeydiniz?


"Benim memurum işini bilir" diyerek hırsızlığa, çalıp çırpmaya, düzenbazlığa sevk edilirken halkımız, siz neredeydiniz?


Herkese tek ideal olarak "güç ve para" gösterilirken, okullarda eğitim denen kavram eriyip yok olurken nerelerdeydiniz?


Dağda Mehmet pusuya düşürüldüğünde BBG'ye SMS atan siz değil miydiniz? Ha, yoksa loto mu oynuyordunuz? Zengin koca peşindeydiniz veya...


Memleketin her köşesi bilfiil işgal edilirken neredeydiniz? Her yanımız ekonomik işgal altındayken siz de köşeyi dönüyordunuz değil mi?


Aman size bir şey olmasındı.


Tavşan boku gibi, aman sakın kokmayın, bulaşmayın.


Afedersiniz, özür dilerim.


Damarlarınızda biraz olsun mevcutsa Kemal'in dediği asil kandan, önce lütfen dönüp kendinize bakınız.


Acaba bu yönetimi alın terinizle hak etmiş olmayasınız?



16 Nisan 2007

Ünlüler Genelevi!

'Zap'lamak da artık para etmiyor. Nereye zaplarsan zapla, ünlüdür düşen son damla...

Efendim; özellikle cuma, cumartesi ve pazar günleri ekranlarımızı "ünlüler x" yarışmaları şenlendirmekte.

Büyük mutluluk...

"Patinajjjj, yerler yajjjj" derken sonra bülbül sesleriyle meşke başladılar, sonra raksa, sonra askerliğe, sonunda da sirkimin şovmenliğine... Ne sirkimdirik iş be!

Vallahi ben süper bir format buldum. Buradan format üstadı Osmantan Bey'e çağrımdır, lütfen beni destekleyiniz:

"5 kadın ve 5 erkek ünlü, yine 5 kadın ve 5 erkek 'halktan' yarışmacıyla her hafta eşleşir. Yarışmacılar her hafta, bir tema üzerinde performans sergilerler: Oral, anal, straight, facial, vb. Zerrin Egeliler, Kazım Kartal, Şahin K, Sibel Kekilli ile konuk üyeler Rocco ve Jenna Jameson'dan oluşan jüri, yarışmacıların performanslarını yorumlar ve puanlar. Aynı anda, halkın SMS'leri de İSİM yazılarak 3169'a gönderilmesi suretiyle alınır. Programda, gangbang ve bukkake özel gösterileri de yer alır. Her hafta bir yarışmacı elenir ve ceza olarak anadan üryan halde 24 saat boyunca Eminönü Mısır Çarşısı önünde bağlanarak kaderine terk edilir. Kazanana pilli ve titreşimli altın Priapos heykelciği hediye edilir."

Valla para pul, telif melif istemiyorum. Yeter ki yapılsın.

Halkımız herşeyin en nefisine lâyıktır...


30 Mart 2007

‘Alternatif Mecra’ sıfatından kurtulmak...

Bir sonraki Marketing Türkiye dergisi internet eki için BirabanoR'la yapılan röportajın tam metni...

MT: 2006 yılı, online pazarlama konusunda geçtiğimiz senelere göre daha fazla gelişmelerin yaşandığı, bütçelerin arttığı bir yıl oldu. Siz yaşadığımız gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?

FŞ: Evet, mecraya olan inancın artmasıyla birlikte bütçelerde de geçtiğimiz yıllara kıyasla bir artış gerçekleşti. Ancak, doğal olarak, markalar hâlâ temkinli ve yatırım geri dönümünü dikkatle ölçerek hareket etme eğilimindeler. Online mecraya geçtiğimiz yıla oranla daha fazla yatırım yapan markaların 2006 yılında elde ettikleri tatmin edici sonuçlar, 2007 bütçelerine mutlaka olumlu biçimde yansıyacaktır.


MT: Online pazarlamanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

FŞ:
Tek başına, sayfalar dolusu yanıt gerektiren bir soru… Online pazarlama, öylesine büyük bir bütünün parçası ki, geleceği de o bütünü yaratan stratejilerdeki değişimle ilintili. 360 derece pazarlama iletişimi çemberinde ‘online’ın nerede durduğu, hangi hedef kitlelere odaklandığı, hangi mesajları desteklediği, çemberin içinde nasıl bir stratejik rol oynadığı gibi birçok parametre söz konusu. Yeni pazarlamada 10 kişiye birden bağırmaktansa 10 tane 1 kişinin kulağına, onun anlayacağı dilden fısıldamanın önemi de dikkate alındığında, online pazarlamanın geleceğinden ziyade konu, “Pazarlamanın geleceği: Online” haline geliveriyor zaten… Türkiye pazarı için ise sığ ama anlaşılır bir ifadeyle şöyle bir özet yanıt verebilirim: Online mecra ‘alternatif’ sıfatından kurtulduğu anda kendisini bağlayan zincir kopacaktır.


MT: Türkiye ve dünyayı kıyaslayınca nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?

FŞ:
Hangi kulvarda kıyasladığımıza bağlı… Ülkemizde 16 milyonu aşkın insana ulaşan bir mecra haline gelen internet, erişilen kitle ve bu kitlenin online pazarlamaya verdiği tepki çerçevesinde bakıldığında dünyanın pek çok ülkesinden çok daha verimli ve nispeten bakir bir potansiyele sahip. Bu açıdan dünya ortalamalarının da üstünde olduğumuzu söyleyebiliriz.


Bu potansiyel üzerine, stratejisi iyi geliştirilmiş, iyi düşünülmüş, iyi uygulanmış ve iyi yönetilmiş projeler eklenince, diğer ülkeler için başarı örneği olarak gösterilen online pazarlama uygulamaları ortaya çıkarabiliyoruz. Şubat ayı içinde BSH grubunun Münih’teki merkezinde bir çok ülkenin marka yöneticisine adinteractive olarak hem ‘en iyi uygulama’ olarak projemizi anlatmamız hem de bir online marketing sunumu gerçekleştirmemiz bunun en somut ve gurur verici örneklerinden biri... Bütçeleri ise hiç kıyaslamayalım isterseniz. Ancak küçük birkaç sayı vermeden de edemeyeceğim:

Nisan 2006 yılında yapılan ABD merkezli bir araştırmaya göre online mecraya yaptıkları yatırımı artıran markaların yüzde 31,6’sı, diğer mecralardan online mecraya bütçe kaydırma yolunu seçmiş. Yine ayrı araştırmaya göre online mecrada çeşitli araç ve yöntemlerle iletişim çalışması yapan markaların yüzde 51,4’ünün öncelikli hedefi marka sadakati yaratmak. Türkiye’de ise karar verici üst yönetimleri kolay yoldan ikna etmek için ilk hedef olarak en hızlı biçimde satışa dönecek aktiviteler tercih ediliyor, ki bu da aslında online mecrada izlenilmesi gereken yol haritasında doğru bir sıralama değil.

MT: Web 2.0 online pazarlamayı nasıl etkiliyor?

FŞ:
Sektörde bir ara CRM terimi modaydı, sonra onu advergame takip etti, bu senenin moda terimi de Web 2.0… Söylemesi afili, hele şöyle görkemli cümleler içinde kullanılınca da insanı kompetan havasına sokuyor ama aslında “Hadi anlat bakalım nedir bu web 2.0?” sorusuna altını doldura doldura, adamakıllı yanıt verecek profesyonel sayısı bu ülkede iki elin parmakları toplamını geçmez.

Lafa neden böyle girdim hemen açıklayayım: 80’lerin modası nasıl ki vatkalar, düşük omuzlu ceketler, beyaz spor ayakkabılar gibi bir çok parçanın oluşturduğu bir bütünü temsil ediyorsa, web 2.0 da tasarımsal, teknolojik, yapısal ve sosyo-psikolojik bir çok parçadan oluşan devasa bir bütünü ifade ediyor. Bu nedenle “Siz maalesef 1.0’da kalmışsınız, tez zamanda sizi web 2.0’ın nimetlerinden yararlandırtalım, online ortamda herkesten fersah fersah öne geçin” diyenlerden koşarak uzaklaşmak gerekiyor.

Kişisel kanaatimce Web 2.0 döneminin online pazarlamaya olan en büyük etkisi, online ortamda organik bir gelişim seyreden kolektif zekâların oluşmasıdır. İrili ufaklı toplulukların oluşturduğu bu kolektif zekalar nezdinde marka algısının yönetimi, web 2.0 devrinde online pazarlamanın en önemli mücadele sahası olacaktır.


MT: Reklam verenlerin internete yaklaşımlarında son yıllarda nasıl değişimler gözleniyor?

FŞ:
Markaların internete yaklaşımlarında son yıllarda kendini gösteren en büyük değişim, önyargılı inançsızlığın kırılması bence… 2006 ve 2007 yılları işte bu nedenle online pazarlamanın Türkiye’deki büyüme hızı açısından sektörde hizmet veren ajanslara önemli bir görev yüklüyor: Bu cesareti daha da artıracak sonuçlar elde etmek! Aksi takdirde ilk sorunun yanıtında da ifade ettiğim temkin, online pazarlama alanında bizleri zorlamaya devam edecektir.


MT: Markalar ve reklam verenler Web 2.0 çağındaki gelişmelerden yeterince yararlanabiliyorlar mı? Nasıl daha iyi yararlanabilirler?

FŞ:
Bunun cevabı biraz da az önceki Web 2.0’la ilgili verdiğim yanıtla bağlantılı. Bu bir anlayış ve yaklaşım devrimidir. Bu gelişim ve dönüşümü özümsemesi, anlaması, anlamlandırması ve markalarının lehine doğru strateji ve yaratıcı çözümlerle kullanması gerekenler ise markalardan ziyade sektörün öncü ajanslarıdır bence. Yoksa online pazarlama alanında uzmanlık sahibi ajanslara gerek duyulmazdı, değil mi?


MT: You Tube’lar, Second Life’lar, podcastlar vb. yeni trendlere Türk reklamverenlerin bakış açısı nasıl? Önemlerini görmüş durumdalar mı? Bu gibi yeni uygulamalar, yeni trendleri reklamverenler nasıl kullanmalılar?

FŞ:
Bu konuda yüzeysel de olsa bir kavrayış söz konusu ama markalar ne yapacakları konusunda yönlendirilmeye ihtiyaç duyuyorlar. Zaten bu bahsettiğiniz şeylerin önemini kavramak için pazarlama dâhisi olmak gerekmiyor; marka yönetimindeki profesyoneller, aktif birer internet kullanıcısı olarak bu etkiyi ister istemez hissediyorlar. Tek sıkıntıları ne yapacaklarını bilememek. YouTube bu konuda iyi bir örnek: Henüz maalesef “Haydi TV reklamımızı YouTube’a koyalım” aşamasındayız. Halbuki orası marka şapkası gösterilmeden gerilla pazarlama alanı olarak kullanılacak, apayrı bir bakış açısıyla çok daha farklı ve yaratıcı çözümler üretilecek bir alan. Bu örnekten hareketle yine aynı şeyi tekrarlamam gerekiyor: Doğru strateji ve uygulamalarla markaları ikna edecek olan bizleriz. Senelerce onları yeterince bütçe ayırmamakla, cesur olmamakla, mecraya inanmamakla itham edip durduk ama bence artık top bizde.

MT: Online ortamda yeni trendler neler? Hangi araçlar, uygulamalar kullanımlarını ve önemlerini artırıyor?

FŞ:
Yıllardır ısrarla altını çizdiğim konuyu bir kez daha tekrarlamam gerekiyor: Büyük futbol takımları birer markadır ve onları karşılıksız seven taraftarları vardır. Hangi sektörden olursa olsun tüm markalar da yaşamak için artık insanlara ‘en iyi ürün bizim ürün’ demektense, bir şekilde kendi taraftarlarını yaratmak zorundadır. Bunu gerçekleştirmek için ise tüketiciye şah damarı kadar yakın olmak, onları son derece iyi biçimde tanımak gerekir. İşte bu imkânı bize sadece online pazarlama sunuyor. Hele Web 2.0 dönüşümünün kendini kuvvetle hissettirdiği bu dönemde…

Soruya bağlarsak, mecradaki gelişmelerin markalar için hem önemli fırsatlar, hem de çok önemli tehditler getirdiğini söyleyebiliriz. Online mecrada marka yönetmek artık çok ama çok daha zor. Markaların bunu tek başlarına yapması imkânsız. Tek başlarına derken online ajanslara gönderme yapmıyorum, açıkça az evvel bahsettiğim ‘taraftarları’ kastediyorum. Markanızla ilgili Google’da bir arama yapın, ilk sayfada çıkan sonuçlardan acaba kaçı sizin kontrolünüzdeki siteleri işaret eder? Hepsini kontrol edemezsiz; ‘etmeliyim’ takıntısı da yaşamayın zaten. Online pazarlamanın yeni mücadelesi de bu: Sizi online mecrada koruyacak, marka/ürün iletişiminizi yapacak neferler yaratmak! İşte önemi artan yegâne konu budur. Bu ana amaca hitap eden, biraz önce bahsettiğim kolektif zekaya sahip sanal organizmaların damarlarında dolaşacak her türlü araç ve uygulama artık çok daha öncelikli ve önemli bence…


MT: Sizce Türkiye’deki online pazarlamada yaratıcılık ne durumda ve yaratıcı işlerin sayısında artma gözlemliyor musunuz?

FŞ:
Genel kanaatin aksine ben tıkanıklık görüyorum. Plak takıldı, birilerinin iğneyi yerinden oynatması gerekiyor. Türkiye’de önemi zaten geç kavranan araç ve yöntemler, sonunda sıklıkla kullanılır hale geldiğinde de etkisini yitiriyor. Advergame kelimesini sektörde ilk kullananlardan biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki artık advergame iki yıl önceki kadar etkili bir çözüm değil. Zaten plak da burada takıldı.


Artık yaratıcılık, kullanılan araçların yaratıcı fikri ve uygulama kalitesinden ziyade proje bütününde aranmalı. Problemin çözümü için oluşturulan strateji ne kadar yaratıcı ve zekice, ona bakmak lazım. Bu açıdan bakıldığında her ne kadar sektörde yaratıcı prodüksiyonlara rastlasak da anlatmaya çalıştığım kapsamda gerçekten yaratıcı online pazarlama şaheserlerine pek rastladığımızı söyleyemem maalesef...

MT: Online pazarlama alanında yaşanılan sorunlar, çözümlenmesi gereken problemler var mı? Kimlerin neler yapması gerekiyor?

FŞ:
İş dünyasında ufak da olsa açılan online pazarlama penceresinden dışarı bakıp da yeteri kadar uzağı görememek ve bu yüzden bugünden atılması gereken adımları atmamak en genel sorun gibi görünüyor. Online deyince vizyonu internetle sınırlı tutmak da zaten bu dar bakışın neticesi. Bir ‘ağa’ bağlı her bağımsız birim ‘online’dır ve her şey, kendi kimliğine ve işlevine uygun bir biçimde bir gün mutlaka online olacaktır. Gelecekteki yayın akışı özelleştirebilir ve hane halkı profiline göre belirlenmiş reklamlar / reklam kuşaklarına sahip televizyonlar da online’dır, sürekli meteoroloji sunucusuna bağlanarak hava durumu bilgisi alan ve yağmurlu hava bilgisi aldığında sapı kızaran şemsiye de online’dır, firmware işletim yazılımını otomatik olarak upgrade eden çamaşır makinesi de online’dır, bir reklam ağına bağlı olarak dinamik şekilde yayınladığı reklamı değiştiren billboardlar da online’dır, ve saire...

İçinde bulunduğumuz zamana ve daha somut sorunlara odaklandığımızda da müşteri beklentilerinin online pazarlama yeteneği ve ulaşılan sonuçlar anlamında yeteri kadar karşılanmadığı endişesi taşıdığımı söyleyebilirim. Çünkü işin bütünü, iyi prodüksiyonlar ve hoş uygulamalardan ibaret değil. Gerek marka yöneticileri, gerek markalarla birlikte çalışan ajanslar, gerekse halihazırda kendilerini ‘interaktif ajans’ olarak tanımlayan ajanslar sathında online pazarlama bilgisinin ve bu bilgiyi markalar lehinde doğru kullanma ve kaliteli biçimde uygulama yeteneğinin yaygınlaşması tüm bu sorunları çözecektir.


MT: Bu yıl yaptığınız ve iyi sonuç aldığınız kampanyaların detaylarını ve sonuçlarını paylaşabilir misiniz?

FŞ:
2006 yılı başından bugüne kadar bir çok markamız için çeşitli amaçlarla yola çıkarak hazırladığımız pek çok kampanya gerçekleştirdik. Çoğu markamız için öncelikle daha çok insana ulaşma, ürün/hizmet iletişimi yapma ve ulaşılan kitleyi detaylı bilgileriyle birlikte kayıt altına alma hedeflerine odaklandık. Bir sonraki adım için mutlaka gerekli olan bu faz dahilinde gayet başarılı sonuçlara ulaştık. Markalarımız için gerçekleştirdiğimiz kampanyalar ile 2006 yılında (banner reklam erişimi hariç, direkt temas ile) 400 bini aşkın kişiye ulaştık ve 193.009 yeni kişiyi markalarımız için kayıt altına aldık. Bu kaydın ad, soyad ve e-posta adreslerinden de öte demografik profil ve marka özelindeki tüketim alışkanlıkları / sahiplik gibi konularda derin bilgiler içerdiğini de hatırlatalım.


18 Şubat 2007

Reklam ajanslarının karın ağrısı...

1) Her işletme, daha ucuza mâl edip daha pahalıya satmak ister. Sebep, doğal olarak, daha fazla kâr etme içgüdüsüdür.

2) Her işletme, faaliyet alanında büyümek, genişlemek ister. Sebep, doğal olarak, daha fazla para kazanma arzusudur.

3) Her işletme, kendi oyun alanında beliren tehditlere karşı hemen dişlerini gösterir. Sebep, doğal olarak, kazanacağı paranın azalması ya da daha çok kazanabilecekken kazanamama korkusudur.

...

Reklam ajansları, Osmanlı'nın gerileme döneminde yaptığı hatayı yaptı, bu hatayı fark etti ve şimdi de bu hatayı telafi etmenin yollarını arıyorlar deliler gibi.

Önceleri matbaayı kaale almadılar, şimdi ise Müteferrika olma gayreti içindeler!

Çok önemli bir tehdidi geç fark ettiler: Internet!

Olay büyüdü; dünün çocuğu, bugün taburenin ayakta kalması için gerekli ayaklardan biri oldu.

Reklam ajansı naçar... O ayağı kendi üretemiyor.

Fazla değil 4-5 sene evvel kendini yenilese, vizyonunu değiştirse sorun olmayacaktı ama bugün, maalesef, 'o ayağı' yapacak eşsiz ustalar var...

Kendilerini erken yapılandıranlar yok değil; ama hiç birinde, gerçekte olması gereken organizasyon biçimi yok. Örneklere bakalım:

TBWA - Tequila
Ogilvy - Ogilvy One
Rafineri - Trafo

...

Bu bir kaç örnek içinde Trafo'yu ayrı bir yere koymak lâzım tabi; çünkü onlar zaten az evvel bahsettiğim ayağın ustaları arasındalar. Ajansa bağımlı kalmadılar, kendi yollarında ilerleyip uzmanlaştılar. Ha, Rafineri bundan ne kadar faydalanıyor işte onu bilemem.

Her neyse, laf dağılıyor...

Reklam ajansı, markanın stratejistidir. Tüketiciyi satın almaya yaklaştırmak üzere iletişim stratejileri geliştirir, yaratıcı üretimler yapar ve uygular ya da uygulattırır.

Reklam ajansı, markanın iletişim damarlarına kan pompalayan kalptir.

Düşünün ki bir atardamar ve ona bağlı damarlar farklı bir kalpçiğin pompası altına girmiş...

Bu 'kalpçik'in tüm dolaşım sistemine uyumu falan apayrı hikâyeler, onları şimdilik geçiyoruz. Mühim olan şu: Asıl 'kalp' bundan ne kadar memnun olur acaba?

Ha, bu davetsiz misafir olmasa da bazı damarlar oksijensiz kalacak, ölecek, kuruyacak...Peki ne yapmak lâzım?

İki çare var:

a) Asıl kalbin bu ikinci kalbi kabullenmesi ve onunla birlikte, uyumla hareket etmesi

b) Asıl kalbin, her damara kan basacak yeteneğe kavuşması

Yazımın başındaki 2. madde yanıtı veriyor... Ajansların işine gelen yegâne yanıt 'b'

Peki bu yanlış mı? Her ne kadar reklam ajansları meclisinden olmasan da yine de söylemek zorundayım ki, hayır!

Kritik başarı faktörleri şunlar: Doğru organizasyon yapılanması ve doğru istihdam.

Yeni nesil reklam ve pazarlama iletişimi camiasında elle tutulur kaç tecrübeli, yaratıcı ve 'know-how' kumkuması insan var?

Ben saydım, iki elin parmaklarını geçmiyor...

Mütevazılığı bıraktığımı aylar evvel söylemiştim; biri benim; evet...

Hâlâ aynı hatalar yapılıyor.

Bunlardan birini istihdam etmek bile reklam ajanslarının derdini çözmüyor. Çünkü takım yoksa oyuncu hiçtir.

Reklam ajansları kendilerine bakmalı, şöyle bir silkelenip ne yapacaklarına karar vermeli. Çünkü bu, "video prodüksiyonları / below-the-line işleri / web sitelerini de buraya yaptırırız" diye kurulan yan şirketlerle olacak iş değil.

Bu bir vizyon değişikliği.

Bu bir yatırım.

Bu gerekli.

Emin olun bunu her ajans yapamayacak ve online pazarlama konusunda uzman ajanslar her zaman para kazanmaya ve iş yapmaya devam edecek. Ama az evvel bahsettiğim kapsamda değişimini sindirerek tamamlayan reklam ajansları ise çok ama çok daha fazla büyüyecek.

Yazımın başlığında 'karın ağrısı' demiştim. Bunu derken asıl temas edeceğim husus şuydu: İşte tüm bu anlattıklarım düşünülürse, bugün, ikinci bir kalpçiğe mecburen 'he' demek zorunda olan ajanslar, iş hayatında interaktif ajanslara karşı inanılmaz derecede çirkefleşebiliyor ve etik sınırları aşabiliyorlar.

Niye? Çünkü derin bir atalet denizinde boğulmak üzereler.

Tek bir diyeceğim var bu şekilde davranan ajanslara ve onların 'büyük dağları yaratan' başkanlarına: Siz de birer markasınız. "Terzi kendi söküğünü dikemez" deyişini hatırlayın ve yalanlayın.

Yoksa daha çoook agresifleşirsiniz...

10 Şubat 2007

Internal Server Error

Service is not available at the moment, please try again soon.

;)

18 Ocak 2007

Bilgi güvenliği endişesini ortadan kaldıran sır!

Akıllı pazarlama profesyonelleri için altından daha değerli şey nedir?

Hedef kitleye dair detaylı bilgi!

Ürün ve hizmetlerini satmak istedikleri kitleyi daha yakından tanımayı ve pazarlama stratejilerini de bu bilgiler üzerine inşa etmeyi doğru yol olarak kabullen her pazarlama profesyoneli, söz konusu bilgileri edinmek için çeşitli yollar dener. Şimdiki haberimiz bu yollardan birini anlatmıyor; tüketicilerin bilgilerini paylaşma noktasındaki endişelerinin ne yönde seyrettiğine dair ilginç bir haber var şimdi:

ABD kaynaklı bir araştırmaya göre internet kullanıcıları, özellikle kişiselleştirme odaklı fayda sunan online fonsiyonları kullanırken güvenlik endişelerini daha az hissediyormuş. Enid Burns'ün ChoiceStream tarafından hazırlanan raporla ilgili haberinde, kişisel faydalar sağlama ve önemli özelleştirme imkânları sunma şartıyla online platformların bazı demografik bilgiler toplamasından, internet kullanım alışkanlıklarını takip etmesinden rahatsız olmayanların oranının geçen yıla oranla yüzde 34 arttığı belirtilmiş.

Hülâsa;

"Beni al" diye bağırma. Deneyim yaşat ve fayda sun.

17 Ocak 2007

Bir gün her şey 'online' olacak!

Google, fiziksel reklam mecralarına da el atacakmış! Ben söyleyenlerin yalancısıyım; orijinal haberi buradan okuyabilirsiniz.

Google'ın patent başvurusunda bulunduğu internete bağlı akıllı billboard sistemi, halihazırda kullanılan AdSense benzeri bir mantıkla işletilecek ve billboard'lara yakın mağazaların reklamlarını, anlık değişebilecek içerik ve görsellerle, dinamik olarak yapacakmış.

Reklam ve pazarlama dünyasını önümüzdeki 10 yılda gerçekten çok büyük gelişmeler bekliyor...

14 Ocak 2007

Beko, YouTube ve TBWA...

Milliyet'in sitesinde rutin gezintimi yaparken bir haber doğal olarak gözüme çarptı: "Beko yeni reklamını önce You Tube'da yayımladı"


Nevin Donat tarafından hazırlanan haber özetle şu: TBWA, haftaya kanallara verilecek TVC'yi önce YouTube'a upload etmiş. Bu, Türkiye'de ilk defa bir tanıtım kampanyasının YouTube'dan başlamasıymış.


Hmm...

Önce link vermeden haberin tamamını, tek bir müdahalede bulunmadan buraya yapıştırayım dedim ama sağ olsunlar tüm portaller ucuz işgücüne sarıldıkları için bu haberleri yayına alanlar da özensiz şekilde metni duvar gibi dayamışlar. Küçük alıntılarla idare edelim.

TBWA Başkan Yardımcısı Ahmet Akın demiş ki: "Biz ajans ve Beko olarak internetin öneminin farkındayız. Geleceğin en önemli mecrasına öncelik vermek istedik."

Eklemiş: "Dünyada herkes You Tube'u konuşuyor. Çok hızlı, güçlü bir platform. Oraya yüklenen her mesaj başka hiçbir mecranın yayamadığı güçte. Bu güçten yararlanmak istedik. İlan vermediğimiz halde reklamı şimdiden bir günde 900 kişi izledi."

Hmmmm...

Entegre İletişim?
Düşüncelerim Beko, TBWA ve Sayın Akın'dan bağımsızdır, sadece beni tetiklediler, teşekkür ederim. Lütfen bu noktadan sonra söyleyeceklerimi bu kurumlar ya da kişiler üstlerine alınmasın.


Amiral gemisi TVC olan dönemsel reklam çalışmalarında, doğal olarak, aynı paralelde diğer mecralar da kullanılmalı; bunu hep söylüyoruz, artık herkes (umarım) biliyor. Yine de bir kez daha kabaca tekrar edelim:

- Hedef kitlenin dört bir yanını saracak şekilde mecralar seçilir.
- Tüm mecralarda aynı mesaj, aynı yaratıcı konsept çerçevesinde, birbirlerine paralel olarak hedef kitleye ulaştırılır.
- Mesajlar, yayımlandıkları mecraların dinamiklerine göre şekillendirilir.

Söyleyeceklerim de üçüncü maddeyle ilgili zaten.

YouTube'a reklam filmi koymak faydasız
Çekilen bir reklam filminin önce YouTube'a konulması, birazdan değineceğim istisnalar dışında entegre iletişimin internet cephesinde son derece faydasız ve önemsiz bir hamledir. Önce bu istisnalara değinelim de aradan çıksınlar.

Ancak şöyle bir TVC'nin önce YouTube'a konulması faydalı olabilir:

İstisna 1) Kitleler tarafından merakla beklenen ve/veya her halukarda çok büyük ilgi görecek bir reklam filmi. (Örn. Cem Yılmaz'ın yeni reklam filmi)

İstisna 2) Eşine ender rastlanan, "oha, çok güzelmiş, helal olsun be!" dedirtecek reklam filmleri. (Örn. Forward manyaklarınca senelerdir gönderilen tarzda reklamlar)

Şimdi de bu hamleye neden faydasız dediğimi açıklayayım:

1) YouTube, formu itibariyle, TV'den aldıkları klasik reklam mesajlarından sıkılan kitlelerin mecrasıdır.
2) Yukarıdaki istisnalar arasında da bile olsa bir TVC, eğer bir "zamanlar üstü bir viral başyapıt" değilse, TV'de yayınladıktan sonra YouTube'da ölür.
3) TV için yapılmış bir reklam filminin, özel bir tanıtım çalışması yapılmaksızın online ortamda büyük ilgi görmesi ve hatta fark edilmesi ihtimali neredeyse imkânsıza yakındır.

Peki, marka iletişimi ve reklam için YouTube'da neler yapılabilir? Bir kaç tespit daha yaparsak yanıt kendiliğinden ortaya çıkacak:

- YouTube, sektörümüz için bir "underground" iletişim mecrasıdır.
- Bu mecra, pazarlama jargonundaki "gerilla" ve "viral" terimlerinin en yakın dostlarından biridir.

Ha, Beko için yapılan bu hareketin bir zararı var mı? Tabi ki hayır. Bunun haber olacak kadar devrimsel bir hareket olmadığını düşünmekle beraber konuyla ilgili diğer sıkıntım, bir reklamcının "internete öncelik verdik" diyerek attığı adımın, reklam filmini internete upload etmesiyle sınırlı kalması...

Eminim bunun çok da mühim olmadığını reklam yaratıcıları da biliyor. Onlar biliyor, biliyor da umarım reklam verenler kampanyalarda internetin kullanılma biçiminin bu olduğu yanılgısına düşmezler...

Son bir-iki ekleme yapmadan edemeyeceğim: Beko 35 cm. reklam filmi özeline geri dönecek olursak, bu videonun YouTube'a konulması hadisesinin çeşitli yerlerde haber olması, zaten ajans tarafından geliştirilen stratejinin bir parçası; tanıtımın âlâsı... Bilinçli, planlı... İşte bu yüzden de videonun görüntülenme sayısı şu anda 4 bini geçmiş. Kutlarım...

Not: Nasıl bir evmiş ki o daracık bir WC'si ama metrelerce uzunlukta, L biçiminde bir koridoru var :)

07 Ocak 2007

E-posta veritabanınızı silin!

Pazarlama danışmanı Bryan Eisenberg'den dikkat çekici bir yaklaşım...

Peki bu uzman, gerçekten ne diyor? İlk ağızdan öğrenmek için buradan buyrun ve "Delete your e-mail list" başlıklı makalenin orijinalini okuyun. (İngilizce gerektirir)

"Benim her hafta/ay e-bülten gönderdiğim bilmem kaç bin kişi var" diyen meslektaşlara duyurulur...

06 Ocak 2007

Lastik Kartvizit :)

Bakın adamlar ne yapmış? Lastik kartvizit... Çekip esnetmedikçe yazanları okuyamıyorsunuz. Gayet yaratıcı ve farklı bir fikir. Tebrik ediyoruz...

Tebrikler Akbank'a ve ajansına...

Tutarlılık ve devamlılık için kendinizi tekrar etmeniz önerilmez ama çok beğenilmiş bir fikri ve uygulamasını biraz daha geliştirerek devam ettirebilir, hedef kitlenin doyum eğrisi tepeye ulaşana kadar her ne yapageliyorduysanız aynı yönde devam edebilirsiniz.

Bunun en güzel güncel örneği Akbank reklâmları...

Eski seriden daha da etkileyici, mesajını naif ve mütevazı biçimde veriyor. "Vay be!" dedirtiyor, takdir uyandırıyor.

Bir reklâmveren daha ne ister ki?

Akbank'ı da, ajansını da, prodüksiyonda emeği olan tüm çalışanları da kutluyorum canıgönülden...

Prens "içerik" nihayet kral oluyor...

İnternet uzayında küçücük bir gezegen olan şu naçar blogu ziyaret edenlerin nerelerden ve nasıl geldiklerine baktıkça bir kez daha anladım ki "içerik" denen şey nihayet kral oluyor...

Google devrimini kimse azımsayamaz! Çünkü Google, daha önce hiç olmadığı kadar bizi 'aradığımıza' odakladı ve o korkunç büyüklükteki İnternet uzayında bizi aradığımız içerikle kolaylıkla buluşturdu.


İnternette kim daha büyük?

Cevap basit: Bilgi, deneyim ve paylaşım neredeyse, orası büyük!

Bakınız Google o kadar içerik odaklı sonuçlar üretiyor ki, aradığınızı bulduğunuz yerler daha önce hiç görmediğiniz, bilmediğiniz yerler olabiliyor çoğunlukla...


Bu blogtan bir kaç örnek... İşte son 50 ziyaretçimden bazılarını buraya ulaştıran Google sorgulamaları:


(noktasına dokunmadan)


turkcell le ilgili reklam

makale iletişim

turkcell logosunu yok etme

algı yönetimi

sütü seven kamyoncu ekşi sözlük

türkcell le bağlan hayata reklam müziği

kurumsal pazarlama onemi

şirket yönetimi makale

Sırf bu sorgulamalar içinde üç tanesi arama sonunda birinci adres olarak burayı işaret ediyor...

Bloglar yüzyılımızın en önemli iletişim silahlarından biri oldukları kadar, aynı zamanda marka yöneticileri için kontrol altında tutulması neredeyse imkânsız birer saatli bomba durumundalar. Bir markayla ilgili bir şey arıyorsunuz, o markanın kontrolünde bir site neredeyse arama listesinde yok, ilk sonuçlar ise ya bloglar, ya forumlar ya da Ekşi Sözlük gibi platformlar.

İşin önemli bir diğer yanı da, ziyaretçilerin zaten bu tür platformlardaki özgür fikir, bilgi ve deneyimleri tercih ve talep ediyor olması. Yeni nesil arama harikası Google'ın da motivasyonuyla artık gerçekten de parası olanın değil, ilgili içeriğe sahip olanın kral olduğu bir İnternet uzayıyla karşı karşıyayız.

Sektöre de, bu değişen koşullarda durumu lehte kullanmak üzere yeni mesleki bilgiler üretme görevi düşüyor.

Şu anki savunma ve baskın atak silahı Gerilla Pazarlama:

- Kılık değiştir ve aralarına karış

- İstediğin yönde provoke et

Gerilla savaşı süründürür, büyük bir orduya karşı zafer kazandırmaz. Şükür ki şu anda pazarlamacıların karşısında organize bir ordu yok henüz. Şartlar eşit. Ancak yeni pazarlama teorileri üretmeye başladık bile...

Önümüzdeki yıllar ise çok daha zor olacak, emin olun!


Ee, ne diyorduk, içerik kral oluyor değil mi? Demek ki markaların altını - üstünü - sağını - solunu donatma, muharebe cephesini markadan uzakta tutma vaktidir.

Daha açık ve net know-how için lütfen profesyonellere danışın. Her aradığınızı bloglarda bulursanız biz işsiz kalırız değil mi ama?


05 Ocak 2007

Sokaktaki adamdan saha gözlemleri - II

» RAKI «

1) Bakkaldan "bir büyük" istediğinizde sorgusuz sualsiz Yeni Rakı alıyorsunuz. Bu ürün gamının 'default'u
Yeni Rakı...

2) Babalar, amcalar, kıdemli akşamcılar, yıllar yılı süregelen alışkanlıklarından yani Yeni Rakı'dan vazgeçmiyor; başka bir şey denemeye bile yeltenmiyor...

3) Mey'in diğer rakılarından Kulüp ve Altınbaş'ın kitlesi iyice azaldı gibi. Özellikle Kulüp'ü 60+, kararında
içen keyif adamlarının tercih ettiğini yakınen gözlemledim.

4) Genç kitleye rakıyı sevdiren ürün tartışmasız biçimde Efe Yaş Üzüm. Arada bir arkadaş meclislerinde
veya meyhanelerde rakı içen kadınlı erkekli genç kitle kesinlikle öncelikle Efe Yaş Üzüm istiyor.

5) Efe'nin 'daha kolay içimli olduğu' algısı, kadınların Yeni Rakı'dan ziyade Efe'yi tercih etmelerini
sağlıyor.

6) Mercan, Yeni Rakı'dan bir miktar kitleyi kendine çekmiş gibi görünüyor. Yeni Rakı'dan başka
alternatifler denemeye açık bu kitle genelde daha iyi bir sosyal sınıfa dahil, içki-meze dışında sofraya da çok önem veren, yemek kültürü gelişkin insanlar...

7) Fasıl ise Efe'nin karşısında gibi... Efe'yi seçenlerden bir bölümü Fasıl'ı da denemiş; kimisi arada sırada
Fasıl tercih ediyor, kimisi ise Fasıl'ın daha iyi olduğu kanaatine varmış.

8) Kara Efe diye isim yapan 3 kez distile rakıyı ise yine genç kitle denedi ve deniyor; fakat bu 3 kez distilasyondan beklenti "daha da kolay içimli, tereyağı gibi süper bir rakı" olduğu için, bu yanlış beklenti yüzünden ürün kendini konumlandıramıyor. (WYTINWYG / what you think is not what you get)

9) Çilingir, Ata, Burgaz sanırım yüzde birler ikiler içine sıkışmış vaziyetteler ve doğal olarak fikir
yürütebileceğim derecede gözlem verisine sahip değilim bu rakılar hakkında...


Pek Yakında: MEŞRUBAT / ALKOLSÜZ SOĞUK İÇECEKLER

Sokaktaki adamdan saha gözlemleri - I

» BİRA «

Efendim bazı gözlemlenebilir ve faydalı veriler elde edilebilir ürün gamları için bunca yıl yaşadığım deneyimler ve ister istemez yaptığım gözlemlere dayanarak küçük tespitler yapacağım ara sıra. Tüm bunların hiç bir bilimsel ve istatistikî değeri yoktur, böyle biline. Ancak yine de dikkate değer şeyler paylaşacağımı da biliniz :)

Bugünkü ilk konumuz Bira...

Sahaya gelince; küçük esnaf, eğer incelenecek ürün uygunsa, en şahane gözlem yeridir zannımca... Bira da bu uygun ürünlerin başında geliyor.

Efendim bu ilk araştırmamızda gözlem mekânlarımız, aynı zamanda alkollü içecekler de satan, yani eski alışalageldik tabirle aynı zamanda birer "Tekel Bayii" de olan kuruyemişçiler...

İşte hem gözlemlerim hem de kişisel deneyimlerimle yaptığım bazı tespitler:

(Bu tespitler içkili eğlence mekânlarını kapsamıyor; eve bira alan kitle üzerine konuşuyoruz)

1) Müşteri "5 bira verir misin?" dediğinde sorgusuz sualsiz Efes veriliyor. (Demek ki piyasanın 'default' birası budur)

2) Başka tercihleri illa ki belirtmek lâzım.


3) Tuborg, Efes'in alternatifi değil gibi... Efes içenler, arada sırada başka bir şeyler içmek isterlerse ya yine Efes'in Fıçı ya da Extra'sını, o da olmadı Miller'ı tercih ediyorlar. Küçük bir kitle de Efesçi olsa bile Extra yerine Kırmızı Tuborg'u isteyebliyor kimi zaman.


3) Tuborg'u sadık bir kitle tüketiyor. Fakat ürün konumlandırmasında karmaşa var. Esnaf abilerden Tuborg istediğinizde, "hangisi?" sorusuyla karşılaşmanız kuvvetle muhtemel. Zaten Tuborg istenince "kırmızı istiyor herhalde bu adam" zannı oluşuyor önce nedense esnafta. Yok, onu istemiyorsanız, Gold mu Pilsener mi istediğinizi açıkça ifade etmeniz gerekiyor.


4) Miller, su gibi içmeyen, içince de adam gibi bira içmek isteyen kitlenin birası gibi duruyor. Evde küçük arkadaş buluşmalarında, sarhoş olma amacı güdülmeyen biraraya gelmelerde tercih ediliyor kendini biraz çizginin üstünde gören kitle tarafından...


5) Becks kitlesini tam olarak çözebilmiş değilim. Vallahi renginden değil ama Carlsberg kitlesiyle az çok benzerliği olduğu kanaatindeyim.


6) Carlsberg Club Bottle tabir edilen yeşil şişelere erişim çok kolay değil, var ama her yerde yok... Biraz Miller kitlesi gibi iyi bira içmek isteyenlerin tercihi bence ama aynI zamanda bu kitle mümkünse illa ki Carlsberg istiyor. Bu kitlede de bir sadakât sezdim.


7) Corona'dan emin değilim. Yeterli veri yok.


8) Budvar ise "arada bir çeşni olsun"dan ötede değil düşüncesindeyim.


9) Marmara, Troy gibi biralar ise "8 bira fiyatına 9 alalım daha bir güzel olalım" zihniyetine hitab ediyor...

10) Tekel Birası ise apayrı bir case... Mey bu konuda iyi bir yeni çıkış yapmıştı markayı rölanse ederken. Bir tişört havucuyla interneti de iyi kullandı, genç kitleyi markayla yakınlaştırdı. Tekel Birası'ndaki o 'vintage' ve 'rafine' duygu nedeniyle hâlâ bu birayı ısrarla tercih eden genç kitlelere rastlamak mümkün... Zaten ürün konumlandırması da şöyle: "O, bazılarının birası"

Olur da rast gelen marka yöneticelerine, aslında gayet iyi bildikleri bir şeyi tekrar hatırlatma cüreti göstereyim izninizle:

"Ne olursanız olsun, sadece algılandığınız kadarsınız. Hepsi bu..."


Pek Yakında: RAKI


04 Ocak 2007

01 Ocak 2007

2007 mi? Yuh diyorum ben...


Uzay 1999 diye bir dizi izlerdik, zevkten geberirdik.

Ulan tam 8 sene geçti hâlâ şöyle bir ağız tadıyla uzay gemisi kullanabilmiş değilim.

Maya diye bir kadın vardı orda streç lateks kılıklı. O da yok meydanda...

Görenine hatırlayanına rastlamadım, hatırlıyorum diyen beri gelsin; bende bu Uzay 1999'un aile oyunu da vardı... Monopoly ve benzeri oyunlar gibi işte... Zar atttıkça oyun tahtası üzerinde ilerliyorsunuz, geldiğiniz karelerde ne deniyorsa yapıyorsunuz, kart çekiyorsunuz gerekirse; aha işte ondan.

Ayrıca parmak kadar çocukken hesap makinesiyle sürekli 2000 - 1974 işlemini yapardım ki göreyim o görkemli yaşımı 2000 senesindeki: YİRMİALTI.

Oha derdim; vay be... Kesin çoluk çocuğa karışırmıştım, kırmızı bir arabam olurmuştu...

Nah!

Uzay 99 bana tam 8, 2000 yılı ise tam 7 yıl uzakta....

Çoluk çocuk yok ama evliyim.

Kırmızı arabam yok.

Üstelik tam tamına 33 yaşındayım -ki 3 gün sonra 34'e basacağım-

Hayat böyle bir şey değil mi zaten? Gelecek hakkında hayal kurarken yaşadıklarımız işte...

Geride kaldıktan sonra, daha bu sabah gördüğünüz rüyadan bir farkı kalmıyor hayat boyu yaşadıklarınızın.

O halde bunca çaba ve kasma niye?

Hep derim, "hayat şimdidir..."

Mesela ben şimdi 6 bira şiddetinde alkollüyüm, çişim var, karımla başbaşa güzel bir yılbaşı geçirmenin mutluluğu içindeyim ve yılın ilk blog mesajını yazıyorum.

Bunlardan dolayı mutluysam hayat güzel demektir.

Ya sizin "şimdi"niz nasıl şu an?

Herkese mutlu "şimdi"lerle dolu bir yıl diliyorum efem...